Ekmeğin Sesi'ne özel açıklamalarda bulunan Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Hasan Murat Kapıkıran, bu yılki buğday rekoltesinin sonuçlarını görmek için hasat sonu olan temmuz ayınının beklenilmesi gerektiğini söyledi.
Buğdayda yetersiz üretimin başladığı günden bu yana piyasa regülasyonları ithalatla sağlandığını dile getiren Kapıkıran, özellikle buğdayda, ekmeğin temel gösterlerden biri olduğunu vurgu yaparak,
"Geçtiğimiz yıl üretim miktarının TÜİK verilerindeki tutarları baz alındığında, ekmek fiyatlarının bu kadar yükselme eğiliminde olmasının beklenmemesi gerekiyordu ki, buradan da TÜİK verilerinin çok sağlıklı olmadığına dair kamoyunda geniş bir inanış söz konusu. 2020 - 2021 yılı sezonunda buğday rekoltesinin 17 milyon 600 bin ton olduğu, geçtiğimiz yıl 19,5 milyon ton olduğu, bu yıl da 20 milyon ton rekolte beklentisi olduğu söyleniyor. Ama, buğday ekiliş alanlarında çiftçilerden edindiğimiz bilgilere göre, büyük bir rekolte düşüşü vardı. Tohumun ilk atıldığı ve fililenmenin beklendiği dönemde büyük bir kuraklık söz konusu oldu. Bazı çiftçiler ikinci ekimler yaptı. Bu da, maliyet artışını getirin bir unsurdu. Kardeşlenme ve sap uzama döneminde malesef yağmur sorunu, su sorunu yine vardı. Sonradan açıldı. Bu da, ne kadar birim alan verimliliğini etki edecek? Bu hasatların sonundaki analizlerle ortaya çıkacak. Biliyorsunuz, Türkiye mayısın sonu itibariyle en güneyden Adana civarından başlayarak, temmuz ayı sonuna kadar kuzeye doğru hasat yapılan bir ülke. Dolayısıyla, ortalamayı alabilmek için temmuz sonunu beklemek gerekecek" dedi.
Ekmek fiyatını regüle edebilmek ve biraz da seçim arafesi ve sonrası siyasi kaygılarla bu hatalı biçimde uygulandığına dikkat çeken Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Hasan Murat Kapıkıran,
"Genellikle ekmek fiyatını belirli bir yerde tutabilmek için yine sanayici destekleniyor. Sanayiciye, bir taban fiyatının çiftçiye verilmesi gereken desteğin verilmeyip sanayiciye verilerek desteklendiğini görüyoruz. 1 ton buğdayı çifçiden 6 - 7 bin TL'ye alıyorsanız, onu una çevirip sanayiciye ekmek fiyatını baskılamak için 9 - 10 bin TL'ye satmanız gerekirken, yine 5 - 6 bin TL'ye satarak ekmek fiyatını tutmaya çalışıyorsunuz. Önümüzdeki günlerde bu uygulamanın tekrardan başlayacağını düşünüyorum. Ama, bu uygulamayı yapacak kaynağın varlığından endişeliyiz. Üretilen ürün belki temmuz sonuna kadar ihtiyacı karşılayabilir. Ancak, önümüzde bir yerel seçimler var. Yerel seçimlere kadar yine bir bütçe ve finansman ayırarak ithalatla bu eksiklikleri kapatıp, ekmek fiyatını baskılamaya çalışabilirler."
Kapıkıran, şöyle devam etti:
"Ama, şu anki gerçeklerle ekmek fiyatlarını 10 TL olması gerektiğini düşünüyorum. Zaten, ülke genelinde ekmeğe zamlar gelmeye başladı. Her ne kadar baskılarsanız baskılayın, maliyetleri böyle olan bir durumda onları da çok tutabilmek mümkün değil. Dolayısıyla, geçtiğimiz yıl yapılan sanayici destekleme ve fırıncıyla yapılan anlaşma, seçimin hemen ardında mayıs ayı sonu itibariyle bitti. Önümüzdeki dönemde böyle bir eğilime girilebilir mi? Gerçekçi olarak değerlendirdiğimizde bu uygulamayı şu şartlarda gerçekleştirmek mümkün. Türkiye, öyle bir kritik üretim seviyesine gelir ki, çok küçük bir destekle ekmek fiyatlarını, un fiyatlarını belirli fiyatlarda tutmak mümkün olablir. Ama, eğer çok az üretim varsa ve küresel piyasalardan döviz bazlı temin etmek zorundaysanız, bunu ne kadar finanse edebilirsiniz? Türkiye'nin genel bütçe harcamalarında bunun payının, çok da diğer bütçe harcamalarını bozmayacak şekilde planlanırsa eğer, yapılabilirliği mümkün. Ki, onu da hem geçtiğimiz seçim ekonomisi, hem de yerel seçim ekonomisi, büyük kriz ve daralan piyasalar anlamında bunun da çok olamayacağı; Hazine'nin durumuna dair ekonomistlerin yaptığı açıklamalar ortada. Kurulmuş olan sistem genellikle aracıyı, satıcıyı, tüccarı ve ithalatçıyı destekleyen bir mekanizma üzerinden yürüdüğünden, belki de siyasetin finansmanını buradan sağladıklarından, maalesef üreticiyi ve tüketiciyi eksene alan köklü çözümlerin üretiminde büyük bir handikap yaşanıyor ülkemizde."